Perita Analitik

“Deprem hayatımızın gerçeği” benzeri “kabullenme” cümlelerini ve ayrıca “Depreme karşı hazırlıklı olmalıyız” benzeri ev içinde almamız gereken pozisyonları anlatan görsel ve yazılı metinleri hepimiz ilkokul sıralarımızdan hatırlarız. Ama “deprem olmadan önce ülke ve şehir yönetimleri olarak topyekun neler yapılması gerekir” “Risk nedir?” “İnsan, devlet ve kurumlar ölçeklerinde nasıl yönetilmelidir?”, “Dirençli şehirler nasıl inşa edilir?” gibi bölümleri hatırlamak çok da mümkün değildir bu kitaplardan. Halbuki o zamanın ilkokul çocukları, şimdinin önemli pozisyonlardaki devlet ve şirket yöneticileri değil midir? ve ayrıca ağaç yaşken eğilmez mi?

Son depremlerden sonra içimiz yanıyor, hem çok üzgünüz hem de çok düşünceliyiz… “Acaba” ya da “Keşke” ile başlayan cümlelerin yarattığı karamsarlık enflasyonuna tanık oluyoruz farklı mecralarda. Bu insanların talihsizlikleri bulundukları coğrafyalar mıydı yoksa o coğrafyaları yaşanabilir köyler, kasabalar, kentler şeklinde tasarlayamayan yine biz insanlar mıydık? Toprağın altına bakmadan üstüne dikilen yüksek katlı binalar mıydı, kolonlarının bir kısmı kesilip alt katlardaki dükkanlara daha fazla yer açılan yapılar mıydı? Ya da yaptırımları/cezaları en üst seviyede tasarlanmamış denetim mekanizmalarını içeren süreçler ve politikalar mıydı? Bir de unutmadan, insanlardaki “doğal afetlerle nasıl yaşanır” farkındalığının ve eğitiminin neredeyse yok denecek kadar az olması mıydı? Ya da bunların hepsinden biraz mı?

Sebepler ve sonuçlar üzerine çok fazla kök nedenler ya da çıkarımlar ortaya atılabilir. Önemli olan, geç de olsa, geçmişten ve “an”dan ders çıkarıp “geleceğe daha umutlu ve güvenli nasıl bakarız”a acilen kafa yormak.

Hep söylediğimiz basit bir vizyon var aslında: Akıllı insanlardan akıllı şehirlere ve akıllı ülkelere yolculuğu birkaç basit eksende ele alarak radikal dönüşümlere imza atmak gerekiyor. Akıllı derken IQ’su yüksek insanlardan ya da ne işe yaradığı belli olmayan kameralarla, sensörlerle donatılmış model şehirlerden bahsetmediğimizi anlamışsınızdır zaten. İşin sırrı bir cümle önce bahsettiğimiz eksenlerde ve bu dikey eksenlerin birbiri ile tam uyumunda gizli. Hemen sayalım bu eksenleri: İyi Politikalar, İyi Yönetişim, İyi Çevre, İyi Ekonomi, İyi Altyapı ve Üstyapı, İyi İnsan Kaynağı… Bilim ve Teknoloji nerede mi? Bilime ve teknolojiye dayalı görüşleri, tasarımları ve uygulamaları da tüm eksenlerin içinde ve hatta hepsini mümkün kılan, hayata geçiren yatay eksen olarak tanımlayabiliriz.

Bu eksenlerin tümü üzerinde saatlerce ne kadar da çok konuşmak, kitabi bilgilerle de değil hatta, “yapılmışı var” diye bilinen coğrafyalara yüzümüzü çevirip işe yarayan örneklerine bakarak tartışmak lazım. Ve her iyi örneğin hangi eksenlerde ön plana çıktığını da doğru değerlendirerek ilham almak lazım. Örnek olarak; Japonya’nın 2011 yılındaki deprem ve tsunami afetinden sonra afetten en çok etkilenen kentlerden biri olan Sendai’den adını alan ve afetten öğrenilmiş dersleri afet yönetimine yansıtan Sendai Afet Riski Azaltma Çerçevesi dirençli şehirlere ulaşma ve olgunluk seviyesini iyileştirme yolculuğunu çok iyi tanımlamış. Çerçevede farkındalık yaratmaya, riski planlamaya, aksiyonları hayata geçirmeye ve tüm kurumların ve politikaların birlikte sürtünmesiz ve yamasız bir şekilde çalışabilirliğine ilişkin yapılan faydalı tespitler var. Özellikle

  • merkezi kurumların yerel kurumlarla eşgüdüm halinde çalışması,
  • özel sektörün, akademinin ve sivil toplum kuruluşlarının planlama, politika yapma ve tasarlamada azami desteğinin alınması,
  • sosyal kırılganlık kalıplarının iyi belirlenmesi,
  • risk azaltma kültürünün toplumun her kesimi içerisinde yaygınlaştırılması,
  • tehlike ve hasar bazlı analizlerin özellikle kritik altyapılar için doğru planlanması ve modellenmesi

dirençli şehirler yolculuğunda kilit unsurlar olarak ön plana çıkıyor.

Devletlerin uzun dönem stratejilerinin, vizyonlarının ve üst politika belgelerinin kalbinde yer alması gereken afetlere karşı hazırlık, afete cevap verme ve afet sonrası iyileşme aksiyonlarının tümü bir arada ve doğru planlandığı takdirde doğal afetlere karşı dirençlilik kavramının içini dolduracaktır.

Ülkemizde AFAD bünyesinde yürütülen planlama ve hayata geçirme çalışmaları da önemli bir yol kat etmiş durumda. Bölgesel ve sektörel risklerin tespit edilmesi ve risk azaltımına dair yol haritasını oluşturan aksiyonların tespiti ve tanımlanması da iyi bir noktaya geldi. Ancak bu gelinen durumu sahaya döndürmek ve aksiyonları hayata geçirmek sadece AFAD’ın elinde değil. Devletin bu aşamadan sonra tüm kurumları ile bu aksiyon planlarına sahip çıkması ve stratejik seviyede önemsemesi gerekiyor. Aksi durumda münferit çabalar seneler öncesindeki “sivil savunma” anlayışıyla sadece planlamada ve teoride kalacaktır.

Afete dirençli akıllı kentlerin odağında hem davranışsal boyutuyla kente etki eden, hem de esas yararlanıcı sıfatıyla insan vardır. İnsan, sadece vatandaş, kamu görevlisi veya karar verici olabilir, İnsanın farkındalığı, davranışlarını rasyonel verilere göre şekillendirmesi, günün sonunda insanın afete dirençli bir kentte yaşamaktan ne denli istifade edebileceğini de belirler. Özetle insan deprem bölgesinde yaşadığını, depremlerin önlenemediğini ancak doğru bir hazırlıkla depremin yıkıcı etkisinden kaçınmanın mümkün olduğunu bilerek başlayacak, kaçınmak için ne yapmayı gerektiğini bilecek, karar verici ise bunları planlayıp uygulayacak, vatandaş olarak da kentinin dirençlilik yolculuğunda gerek kent genelindeki uygulamaları takip ederek, gerekse kendi tedbirlerini alarak dirençli kentin bir parçası olacak.

Son söz olarak vurgulamak istediğimiz önemli bir reformist kazanım da eğitim sisteminin aileden ve okul öncesi eğitim kurumlarından başlayarak her kademede yeniden ele alınması olacaktır. Çocuklarımıza ve gençlerimize büyük resmi göstermeli, sebep sonuç ilişkilerini doğru anlatmalıyız. Yaşadıkları dünyayla ve doğayla dost, risk farkındalığı yüksek, yaşadığı şehri ve ülkesi için sürekli kafa yoran, bardağın dolu tarafını görüp daha da doldurmaya çalışan bir neslin yetişmesine ihtiyacımız var. Onları; meraklı olmayı ve öğrenmeyi öğreten, kabullenmeyi değil sürekli sorgulamayı aşılayan bir eğitim sisteminin içerisinde tutmak dışında başka bir seçeneğimiz yok. Hem de yarından itibaren…